Bu hafta evimizin yüz otuz santimlik bireyi acilen bulup okuması gereken bir kitap serisi olduğunu söyledi. Anneliğimin kritik gördüğüm eşiklerinden biri olan kitap sevgisini çocuğuma elinden tutarak atlattığıma memnun olarak; heyecan, gurur ve sevinçle hangi seriyi istediğini sordum hemen.
Gelen cevap, Meral Akşener’in altılı masadan kalkması kadar ümit kırıcı, sinir bozucu, geleceğe dair soru işaretleri uyandırıcıydı.
-Kaptan Düşükdon!
Ertesi gün, hızlı teslimat seçeneğiyle kapıya ivedilikle ulaşan kitapları paketinden çıkarırken oğlumun hayatında benim seçimlerimin devrinin bitmekte olduğunu, tacımın elimden alındığını; okulun, arkadaşların, popüler kültürün indirildiğim tahta hiç duraksamadan tırmandığını hissettim. Annelikle deforme olmuş beynimin kıvrımlarında, müzik hafızamın arka fonunda İbo’dan “Vur Gitsin Beni” çalmaya başladı.
Nasıl çalmasın? Yıllarca “nitelikli” kitaplar okuduğum çocuğum, mesela Luis Sepulveda gibi bir yazarı değil de Konuşan Tuvaletlerin İğrenç Saldırısı isimli derinliksiz, entelektüel aktiviteyi aşağı çektiği bariz bir “şey”leri okumak istiyordu.
Neyse ki bu düşünceler birkaç saniye zihnimi meşgul ettikten sonra Akşener’in masaya dönme hızında dağıldı ve ‘hadi ama, daha altı yaşında; okusun da ne isterse okusun’ diyebildim. Dedim ama ebeveynler olarak pek hassas olduğumuz kitap okuma alışkanlığına gerçekten doğru bir bakış açısı mıydı bu?
Bu noktada hepimize çocukların edebi zevklerini niteliklendirmelerine yardımcı olmak için adını koymanın faydası olacağını düşündüğüm “yukarı doğru okumak” kavramından bahsetmek istiyorum.
Yazar ve çevirmen Tim Parks, Ben Buradan Okuyorum isimli eleştiri kitabında yukarı doğru okumak kavramıyla yazı hiyerarşisine ve bunun sıradan okuyucuyu yönlendirmedeki önemine dikkat çeker. Tepede Joyce ve Dostoyevski gibi yazarların olduğu, altta ise E.L James, Jo Nesbo gibi ticari işler ortaya koyanların bulunduğu bir piramit çizer. (Biz de Türkçe edebiyat için Pamuk ve Tanpınar gibi edebi devlerden “Sen Gittin Ya Ben Çok Güzelleştim” gibi metinler ortaya koyanlara doğru alçalarak çizebiliriz piramiti.)
Parks, makalesinde çocukların çoksatar fantastik edebiyat okuduğunu görüp iyimserlikle bunun bir basamak olduğunu, zamanla daha sofistike edebiyata geçeceklerini düşünmemizin yanlış olduğunu söylüyor. Tabii okuma zevki yemek zevki gibidir, önemli olan kişinin beslenme düzeninden memnun olmasıdır ama neden çocukları hiçbir şey okumamalarındansa herhangi bir şeyi okumaları konusunda destekliyoruz, diye soruyor. Cevabı ise net: ‘Herhangi bir şey okumanın hiçbir şey okumamaktan iyi olduğu yolundaki rahatlatıcı düşüncenin’ ticari olarak sektördeki herkesin işine geldiği.
Yukarı doğru okuma konusunda Parks da benim gibi şüpheci. “Aşağıdan yukarıya geçilmez. Aksine, pekala yukarındakinden aşağıdakine düşülebilir ya da basitçe her ikisi okunabilir; tıpkı bir çok insanın hem besleyici gıdalar hem de abur cubur yemesi gibi. Tek sorun, ikincisinin bağımlılık yaratma ihtimalidir. Hiç durmadan aynı doyurucu formülü tekrarlayarak sonsuz aynılık isteğini körükler ve doyurur. Öyle ki okur sonunda okumaya ayırabileceği zamanın tamamını tıpatıp aynı şeyi okumaya ayırarak geçirebilir.”
Parks’ın düşüncelerini toparlarsam ortaya kapsayıcı ama aynı zamanda ikazda bulunan fikirler çıkıyor. Okurlar olarak hepimizin anlık gereksinimlerimize göre farklı deneyimler sunan, farklı türde kitaplara ihtiyacımız var. Okunduğu gibi unutulacak, ikinci kez dönülüp yüzüne bakılmayacak polisiye romanlar gibi. Bu bir. Zaten “dolu dolu, sorumlu ve hatta bilgece bir hayat yaşamanın” yolu herkes için kitap okumaktan geçmek zorunda da değil. Bu iki. Ama çocukların kitap okumak gibi üstün değil belki ama harika bir yeteneği olan insanların arasına katılmaları için efor sarfetmek de önemli. Bu da üç.
Kitaplarla olan ilişkimizin detaylarını nokta atışı inceleyen, pek beğendiğim bir grafik kitap yayınlandı. Tim Parks’ın fikirlerini Fransız yazar Françoize Boucher’nin grafiklerinde ve Hande Birsay’ın özenli çevirisinde görmek isteyen yetişkinler tazecik çıkmış bu kitabı hem küçüklere ve pek tabii kendilerine hediye edebilirler.
Uzun lafın kısası, ‘okusun da ne okursa okusun’ bir yaklaşım olmakla birlikte daha iyisi mevcut. Uzun vadede çocuklara dikkatli okuma, eleştirel çözümleme, daha yüce düşüncelere ulaşma, hayatın akışını anlamaya dair bazı beceriler kazandırabilecek kitaplar önermek daha doğru olacaktır. Çünkü maalesef Tanpınar okumaya giden yolun Kaptan Düşükdon’dan geçmeme ihtimali var.
Geçmezse de sağlık olsun.
(Kapanış şarkısı yine İbo’dan geliyor. Bu kez kitap okuyan, okumayan, var oluşlarının her haline sarıldığımız tüm çocuklara gelsin. Mutlu Ol Yeter. )
Sevgiler,
Sena